Gazali Ve Hume Nedensellik Ve Mucize
Bu makalenin genel amacı nedensellik ve mucize konusunda Gazali ve Hume’un
görüşleri arasındaki benzerlik ve farklıklıları incelemektir. Böyle bir karşılaştırma ilginçtir,
çünkü Hume’dan uzun zaman önce zorunlu nedensellik konusu Gazali tarafından Filozofların
Tutarsızlığı adlı eserinde ele alınmıştır. Nedensellik konusunda Gazali ve Hume’un görüşleri
büyük ölçüde benzerlik göstermesine karşın bu iki düşünür arasında belirtilmesi gereken bazı
farklılıklar da vardır. Birincisi, her iki düşünür de zorunlu nedensellik fikrine karşı çıkar.
Ancak, nedensellik kuramı için nihai bir temellendirme yapmada Gazali Tanrı’yı kaynak
göstermesine karşın Hume’a göre böyle bir nihai temellendirme yapamayız. İkinci olarak,
Gazali zorunlu nedensellik fikrine mucizeyi temellendirmek amacıyla karşı çıkarken, Hume
mucizenin olabilirliğine karşı çıkarken nedensellik ilkesini dayanak gösterir. Daha özelde
Hume’un yaklaşımın mucizenin mantıksal olarak olabilirliğine imkan verip vermediğini
göstermeye çalışacağım.
Bu makaledeki genel amacım nedenselliğin zorunlu doğasına ve mucizeye ilişkin
Gazali ve Hume’un görüşlerini karşılaştırmak ve incelemektir. Bu iki düşünür arasındaki
benzerlik ve farklılıklar üzerine yerli ve yabancı literatürde2
bazı çalışmalar yapılmış olmakla
birlikte zorunlu nedensellik konusundaki görüşlerinin mucize yaklaşımları konusundaki etki
ve sonuçları üzerine, bildiğimiz kadarıyla, karşılaştırmalı bir çalışma yapılmamıştır. Böyle bir
karşılaştırma ilginçtir; çünkü Hume’dan uzun zaman önce zorunlu nedensellik sorunu Gazali
tarafından incelenmiştir. Dahası, her iki düşünür sadece mucize konusunda felsefi
temellendirmeler yapmış olmak açısından değil, aynı zamanda bu konudaki görüşlerini
nedensellik konusundaki felsefi iddialarıyla ilişkilendirmek bakımından da benzerlik gösterir.
Çalışmanın genel kapsamında göstermeye çalışacağım gibi, Gazali ve Hume’un
nedensellik konusundaki görüşleri şu beş temel noktada örtüşür:
(1) Nedensellik bir alışkanlığa dayanır.
(2) Bu alışkanlık nesnelerin veya olayların ard arda gelmesi sonucu oluşur.
(3) Bu ard arda gelme süreklilik ya da tekrarlılık gerektirir.
(4) Nedensel ilişki objelerin kendisinde değil zihinde meydana gelen bir ilişkidir.
(5) Nedensel bağ zorunlu (vacip) değil olumsaldır (mümkün).
Bunun yanı sıra, Hume’un kuşkuculuğu Gazali’de doğrudan bulamadığımız daha güçlü
bir iddia daha içerir:
(6) Nesneler arasında gözlenen doğal düzenliliğin ve ilişkinin gelecekte devam edeceğine
ilişkin herhangi bir kanıtımız yoktur.
Yukarıdaki felsefi benzerliklere karşın iki düşünür arasında mucizenin olabilirliği
konusunda önemli farklılıklar vardır. Gazali nedensellik konusundaki kuşkucu yaklaşımını
mucizenin olabilirliği için bir kanıt olarak kullanırken, Hume nedensellik konusunda benzer
kuşkucu yaklaşıma sahip olmasına karşın mucizenin olabilirliğine karşı çıkarken ileri sürdüğü
iddialardan birini nedensellik deneyimine dayandırır. Hume’un mucizenin olabilirliğine karşı
felsefi ve tarihsel olmak üzere iki ana kanıt savunur. Bu çalışmanın özel amacı, eğer madde (6)’da savunulan görüş doğruysa, Hume’un mucize konusundaki felsefi kanıtının temelde
tarihsel kanıttan ibaret olduğunu göstermeye çalışmak olacaktır.
2. Gazali: Nedensellik mantıksal zorunluluğa sahip değildir
İlkin Gazali’nin Filozofların Tutarsızlığı kitabına dayanarak nedensellik konusundaki
görüşlerini ele alalım. Hatırlanacağı gibi, Gazali yaşamı boyunca felsefe ile ilahiyat arasındaki
gerilimi gidermeye çalışmış ve teolojiyi felsefi bakımdan savunmada önemli bir başarı elde
etmiştir. Gazali’nin, Farabi ve İbni Sina gibi felsefecilerin görüşlerini çürütmek için
nedensellik konusunda karşı çıktığı görüş şudur:
(I) Neden ve sonuç arasındaki gözlenen bağlantı mantıksal zorunluluğa sahiptir ve sonucun
nedensiz ve nedenin sonuçsuz var olması mümkün değildir
Gazali, Filozofların Tutarsızlığı’nda on yedinci mesele olarak ele aldığı nedensellik ve
mucizeler üzerine bölümünün hemen ilk cümlesinde temel karşı çıkışını ifade eder: “[Tabiatta
süregelen düzende] alışkanlık sonucu olarak sebep ile sebepli arasında var olduğun inanılan
ilişki (iktiran) bize göre zorunlu değildir.”3
Bunlardan birini kabul etmek veya reddetmek
zorunlu olarak ötekini de kabul etmeyi veya reddetmeyi gerektirmez:
“O halde, iki şeyden birinin varlığı veya yokluğu, ötekinin varlığını ya da yokluğunu zorunlu
kılmaz. Mesela su içmek ile suya kanmak, yemek ile doymak, ateşe doymak ile yanmak,
Güneş’in doğmasıyla aydınlık, boynunu kesmek ile ölmek, ilaç içmek ile iyileşmek ve müshil
ile ishal olmak arasındaki ilişkide bir zorunluluk yoktur. Nihayet bu örnekler tıpta,
astronomide, sanat, zanaat ve gözleme dayalı diğer bütün ilişkilerde böylece sürüp gider.”4
Ona göre ateşe dokunan pamuğun yanmaması veya ateşe dokunmadan yanması
mümkündür. Ateşe tutulan pamuğun yanma nedeninin ateş, doymanın ekmek, sağlığın ilaç
gözleriz. Bu gözlem bize yanmanın ateşle birlikte olduğunu verir ama, Gazali’ye göre,
yanmanın ateşten başka bir nedeninin olmadığını göstermez. Bizim zorunlu ilişki diye
anladığımız ilişki nesnelerin kendisinde değil insan zihninin kendisindedir: “Olayların bu
şekilde art arda sürüp gitmesi, bunların geçmişteki oluş tarzından sapma göstermeden
meydana geleceği zihnimizde iyice yer etmiştir.”5
Burada Gazali’nin savunması, tıpkı
Hume’unki gibi, gözlemin bir nesnenin tüm niteliklerini vermeyeceğini, duyuma ve gözleme
dayanarak bir nesnenin gizil gücünü ya da zorunlu bağlantısını bilemeyeceğimiz varsayımına dayanmaktadır. Bu nedenle, Gazali’ye göre, “bir şeyin yanında var olmak” zorunlu olarak
onunla var olmayı gerektirmez. Dolayısıyla, bizim zorunlu bağ diye adlandırdığımız ilişki
nesnelerin kendi aralarındaki bir ilişki değil, zihnimizde, alışkanlık yoluyla kurduğumuz bir
ilişkidir. Buna göre, (I)’de ifade edilen nedensellik ilkesini, Gazali’nin temellendirmesi
doğrultusunda, şu şekilde ifade edebiliriz:
(II) Neden ve sonuç arasında gözlenen bağlantı mantıksal zorunluluğa sahip değildir ve
sonucun nedensiz ve nedenin sonuçuz var olması olumsal ve imkan dahilindedir.
Peki ama, nedensel ilişkiyi zorunlu bir ilişki değil de olumsal veya mümkün bir ilişki ya
da bağ olarak gördüğümüzde deneyime dayanan her tür bilginin olabilirliği temelden
sarsılmış olmaz mı? Bir başka deyişle, Gazali’nin kuşkucu yaklaşımı bilimsel bilginin ve
günlük deneyimlerimize dayanan diğer bilgilerimizin doğruluğuna ilişkin kuşkucu bir
yaklaşımı içermez mi? Gazali bu sorunun farkındadır ve kendisine şöyle karşı çıkılacağını
ifade eder. Nedensel ilişkiyi zorunlu değil de olumsal bir ilişki olarak gördüğümüzde
nesnelerin ve olayların seyrinin tamamen değişecek, bir kaos ve belirsizlik halinin çıkması
kaçınılmaz olacaktır:
“Ayrıca evine kitap bırakan birinin, döndüğünde o kitabın aklı başında, iş güç gören bir gence
veya hayvana dönüşmesini mümkün görmeliyiz! Veya evine bir çocuk bırakan kimse, onun
köpeğe dönüşmesini ya da bıraktığı bir külün güzel kokuya, taşın altına ve altının taşa
dönüşmesini mümkün sayabilir! O kişiye bu olaylar sorulduğunda şöyle diyebilir: “Ben evde
bir kitap bırakmıştım, ama şu anda evde ne olduğunu bilmiyorum, belki de şimdi at olup evi
idrar ve tersiyle kirletmiştir. Evde bir su testisi bırakmıştım, o şimdi bir elma ağacına
dönüşmüş olabilir.”6
Gazali, savunduğu kuşkucu yaklaşımın deneyimsel bilgininin doğruluğunu ve
güvenirliğini sarsmayacağı görüşündedir. Yukarıda ifade edilen durumların ancak insanda
bilginin var olması için gerekli donanımın yokluğu durumunda söz konusu olabileceğini
söyleyerek böyle bir durumdan kuşku etmemizi gerektirecek bir şey olmadığını söyler. Çünkü
Tanrı “mümkün olan bu olayları gerçekleştirmediğine dair bizde bir bilgi yaratmış”
7
olduğu
için böyle bir düzensizlik ve belirsizlik durumu söz konusu değildir ama bu tür durumların
olması da mümkündür. Bir başka deyişle, nedensel bağlantıyı olumsal bir bağlantı olarak
almak doğal düzenliliği veya birliği kabul etmemek anlamına gelmez. Ateşe tutulan pamuğun yanması deneyimlerimize uygundur ancak ateşin yanma niteliği olumsal bir niteliktir. Eğer
ateşin nitelikleri farklı olsaydı ateşe tutulan pamuğun yanmayacağını düşünmek mantıksal
olarak olanaksız olmazdı. Gazali bu savunmasını iki temele dayandırır. Birincisi, yukarıda
ifade ettiğim gibi, duyumun ve deneyimin söz konusu ilişkinin zorunlu olduğuna ilişkin bir
kanıt olamayacağı dayanağıdır. Aşağıda göstermeye çalışacağım gibi, bu noktada Gazali’nin
görüşleri Hume’un görüşleriyle örtüşür. İkincisi ise teolojik dayanak ya da kanıttır. Bu ikinci
kanıttan başlayarak Gazali’nin görüşlerini açıklamayı sürdürelim.
Gazali’nin zorunlu nedenselliğe karşı çıkmasındaki amacını hatırlamakta yarar var.
Zorunlu nedensellik düşüncesi doğal olarak mucizeyi dışlar. Dolayısıyla, eğer zorunlu
nedensellik düşüncesi çürütülürse mucizenin mantıksal olarak olabilirliğinin kapısı açılmış
olacaktır. Ona göre, mevcut doğal düzenliliğin ve nedensel ilişkinin bizim gözlediğimiz
şekliyle var olması onun başka türlü olamayacağı anlamına gelmez. Doğal düzenlilik
Tanrı’nın iradesiyle böyle yaratılmıştır, eğer Tanrı istemiş olsaydı onu başka türlü
yaratabilirdi. Onu şimdiki haliyle yaratmış olması onu tekrar değiştiremeyeceği anlamına
gelmez, aksini düşünmek Tanrı’nın temel sıfatlarıyla çelişir. Bu noktada Gazali’nin görüşleri
Malebaranche’ın vesilecilik (occasionalism) görüşüyle benzerlik gösterir.8
Tıpkı
Malebaranche gibi, Gazali Tanrı’nın bütün doğal etkilerin yegane nedeni olduğunu savunur.
Her mümkün şey Tanrı’nın kudreti dahilinde olduğuna göre O’nun cinsleri değiştirmeye gücü
yettiği gibi canlıyı cansıza; taşı altına çevirebilme gücü de vardır. Yemek yiyerek tokluğu
yarattığı gibi, yemeden tokluğu yaratmak, boynu kesildiği halde ölmemek gibi benzer “ard
arda gelişlerin hepsine”Tanrı’nın gücü yeter.
Buna karşın İbni Rüşt, doğal düzenlilikte karşıtların bir arada olamayacağı gibi,
uygunların da ayrılamayacağını ileri sürerek zorunlu nedenselliğin olmadığını savunmanın
safsata ve kuruntudan başka bir şey olmadığını; nedenleri reddetmenin aklı reddetmek
olduğunu söyler. Ona göre Tanrı’nın “yaratılmış nesnelerdeki sünneti (sürekli izlediği yol, yani yasası” bunu gerektirir.9
Nesneler doğal niteliklerini korudukları sürece başka türlü bir
etki gösteremezler. Bu nedenle, bazı cisimlerle bir araya getirildiğinde ateşin yakmaması
düşünülebilir. Ancak bu, ateşin yakma niteliğini kaybettiğini göstermez.10 Ateş olarak kaldığı
sürece, ateşin pamuğu yakmaması düşünülemez. Öte yandan İbni Rüşt, zorunlu nedenselliğin
insanın “sanısal bir yargısı” olduğu görüşünü kabul ettiğini açıkça ifade eder.11 Ona göre, eğer
sözü edilen nedensel ilişki alışkanlık olarak adlandırılıyorsa felsefeciler “bu türden bir
alışkanlığı inkar etmezler.”12 Ne var ki İbni Rüşt, zorunlu nedensel ilişkinin zihnin alışkanlığı
olduğunu ve nesneler hakkında yegane bilgimizin duyu ve deneyimden geldiğini kabul
etmesine karşın nesnelere ilişkin nedenselliğin zorunlu olmadığı görüşünü kabul etmez.
Kanımca İbni Rüşt’ün savunması Gazali’nin yanıtını aradığı soruyu yeterince kavramaktan
uzaktır. Mübahat Türker’in de belirttiği gibi, İbni Rüşt doğal düzenliliğin kanıtını Kur’an’dan
ayetler göstererek Tanrı’nın ilmine bağlamakla Gazali’nin zorunluluk iddiasına karşı aradığı
felsefi kanıtı göstermiş olmaz.13 İbni Rüşt mucizeye ilişkin felsefi kanıt aramanın gereksiz
olduğunu; çünkü şeri’atın ilkelerinin insan aklını aşan ilkeler olduğunu, bu yüzden onların
nedenleri olmadığı halde kabul edilmeleri gerektiğini savunurken Gazali bir felsefeci
yöntemiyle mucizeye temel aramak çabasındadır.
L. E. Goodman’a göre, Gazali ayın ikiye bölünmesi gibi doğa yasasını ihlal eden
mucizeleri savunmaktan ziyade, alışkanlığı kesen mucizelerden bahseder.14 Goodman’ın bu
yorumla neyi kastettiğini açıklamakta yarar var. Asanın ejderhaya dönüşmesi ve ateşe atılan
İbrahim Peygamber’in yanmaması gibi doğa üstü mucizevi olayların olabilirliğini savunan
Gazali’nin ayın ikiye bölünmesi gibi bir mucizeyi savunmadığı düşünülemez. Gerçekten de,
Gazali ayın ikiye bölünmesi gibi tüm mucizelere dayanak aramıştır. Dolayısıyla, Goodman’ın
bu yorumunda üzerinde durulması gereken kavram mucize kavramı değil, doğa yasası
kavramıdır. Gazali’ye göre, asanın ejderhaya dönüşmesi gibi mucizevi olayların olabilirliğine
karşı inanç bizim geçmiş alışkanlığımıza dayanarak bu tür olayları doğa yasasına karşı bir
gerçeklik olarak görmemizden kaynaklanmaktadır. Alışkanlıklar bu tür mucizelere karşı olduğu için biz onları garip karşılarız.
15 Bu garipseme, bizim türlerin ve de doğa yasasının
değişebileceğini kabul etmememizden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda sorun mucizenin doğa
yasasına karşı olup olmadığından ziyade doğa yasasının ya da cisimlerin doğasının bizim
alışkanlıklarımıza ters gelecek şekilde değişip değişemeyeceği sorunudur. İlginçtir ki,
Hume’un kuşkuculuğunun ikinci temeli de bu sorunu ele alır.
3. Hume: Zorunluluk objede değil, zihindedir
Hume nedensellik konusundaki görüşlerini ortaya koyarken iki olası tanımdan hareket
eder. Birincisi, objelerde nedensellik: “Diğeri tarafından izlenen bir obje ve birinciye
benzeyen tüm objeler ikinciye benzeyen objeler tarafından izlenir.”16 İkinci tanım ise
zihindeki nedensellik tanımını ifade eder. Buna göre nedensellik “[d]iğeri tarafından izlenen
ve ortaya çıkışı düşünceyi her zaman diğerine taşıyan obje” olarak tanımlanabilir. Tıpkı
Gazali gibi, Hume da nedensellik kavramının nesnelerin birbirlerini ard arda izlemesinin
gözlenmesiyle bir alışkanlık sonucu ortaya çıktığını savunur:
“Birçok tek biçimli örnek ortaya çıktığında ve aynı obje her zaman aynı olgu tarafından
izlendiğinde, neden ve bağlantı kavramlarını edinmeye başlarız. Sonrasında yeni bir kanı ve
izlenim, yani düşüncede ya da hayal gücünde bir obje ile onun olağan eşleneği arasında adet
niteliğinde olan bir bağ hissederiz ve bu kanı bizim aradığımız fikrin kaynağıdır.”17
Hume’un nedensellik konusundaki düşüncesi iki ana iddia içerir ki bu iddialar doğrudan
mucize konusundaki yaklaşımıyla ilgilidir. Bu iddialardan birincisi şudur:
(I) Zorunlu nedensellik nesnelerin doğasında var olan bir şey değil, insan zihninin türettiği
bir ilkedir.
Hume’a göre, zorunlu nedensellik düşüncesi objelerden aldığımız izlenimlerden
kaynaklanan bir düşünce değil, zihnimizin türettiği bir düşüncedir:
“Zorunluluk düşüncesi bazı izlenimlerde doğar. Bu düşünceyi ortaya çıkaracak,
duyumlarımızla iletilen hiçbir izlenim yoktur. Bu nedenle, [söz konusu zorunluluk düşüncesi]
bazı içsel izlenimlerden ya da izlenimlerin yansımasından çıkıyor olmalı. [Ancak],
alışkanlığın ürettiği bu eğilimden başka, bir objeden onun sanılan karşılığına geçen mevcut duruma ilişkili olan hiçbir içsel izlenim yoktur. O halde, zorunluluğun özü budur. Genel
olarak, zorunluluk objede değil, zihinde olan bir şeydir.”18
Deneyime ve duyuma indirgenemeyen bir olgu bilgisinin olanaksız olduğunu savunan
Hume, doğal olayların gizil güçlerinin ya da zorunlu bağlantılarının
19 bilinebileceği iddiasının
da temelsiz bir sanı olduğunu savunur. Ona göre, hiç kimse sütün veya ekmeğin neden insan
için uygun bir besin olduğunu ama aslan ya da kaplan için olmadığının nihai nedenini
verebileceğini iddia edemez.20
(II) Nesneler arasında gözlenen doğal düzenliliğin ve ilişkinin gelecekte devam edeceğine
ilişkin herhangi bir kanıtımız yoktur.
Hume’a göre, geçmiş deneyimimize dayanarak nesnelerin gizil güçlerini bilemeyiz
çünkü “onların gizli doğası ve sonuç olarak da tüm sonuçları ve etkileri, hissedilir
niteliklerinde hiçbir değişiklik olmaksızın, değişebilir.”21 Hume, bu görüşüyle, yalnızca
nedensel ilişkinin zorunlu bir ilişki olmadığı düşüncesinin değil, aynı zamanda nedensel ilişki
olarak algıladığımız doğal düzenliliğin gelecekte de aynı şekilde devam edeceğine ilişkin
kanının da felsefi bakımdan dayanaksız olduğunu ifade etmeye çalışır. Ateşe tutulan pamuğun
yanacağını geçmiş deneyimlerimize dayanarak söyleyebiliriz. Bu anlamda, ateşle yanma
arasında alışkanlıklarımıza dayanan nedensel bir ilişki, ama zorunlu olmayan bir nedensel
ilişki, söz konusudur. Peki, aynı düzenlililiğin gelecekte de devam edeceğini nereden
biliyoruz? Bir başka deyişle, mevcut doğal düzenliliğin ya da nedensel ilişkinin gelecekte de
aynen devam edeceğini nereden çıkarıyoruz? Bu soruya “Geçmiş deneyimlerimiz bize öyle
gösteriyor” diye yanıt verebiliriz. Ancak, Hume’a göre, geçmiş deneyimlerimiz yalnızca
geçmiş doğal düzenliliğe kanıt olabilir, aynı doğal düzenliliğin gelecekte de devam edeceğine
değil. Nedensel çıkarımın doğası incelendiğinde hiçbir nedensel birlik ya da düzenlilik bu
durumun gelecekte de devam edeceğine ilişkin gerekçelendirmede kanıt oluşturmaz.22 Hume
bu görüşünü İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma’da şöyle açıklar:
“Nesnelerin seyrinin şu ana kadar her zaman için düzenli olduğunu kabul edelim; bu tek
başına, bazı yeni argümanların veya çıkarımların yardımı olmaksızın, gelecek için de bunun böyle devam edeceğini kanıtlayamaz. Cisimlerin doğasını geçmiş tecrübelerimiz sayesinde
öğrenmiş olduğumuzu iddia etmemiz boşunadır. Onların gizli doğası ve sonuç olarak da tüm
sonuçları ve etkileri, hissedilir niteliklerinde hiçbir değişme olmaksızın, değişebilir. Bu bazen
ve bazı objelere ilişkin olur; fakat niye her zaman ve tüm objelere ilişkin olmaz? Bu
varsayımın karşısında sizi hangi mantık, hangi işlem veya argüman güvence altına alabilir?
Alışkanlıklarım şüphelerimi yok eder diyorsunuz. Fakat sorumun amacının yanlış
anlıyorsunuz. Günlük hayatta bir birey olarak bu noktada oldukça tatmin olmuş durumdayım;
fakat biraz meraklı bir filozof olarak, Skeptisizm demeyeceğim, bu çıkarımın temelini
öğrenmek istiyorum. Şimdiye kadar hiçbir okuma, hiçbir araştırma bu zorluğu gidermeye
veya bu derece önemli bir konuda beni memnun etmeye yetmedi.”23
Ancak burada Hume’a şöyle karşı çıkılabilir: Bizim geçmiş deneyimlerimiz sadece var
olan düzenlilikle ilişkili değil, bu düzenliliğin devam ettiğine ilişkin durumu da kapsar. Yani,
biz sadece doğada bir düzenlilik olduğunu gözlemiyoruz, aynı zamanda bu düzenliliğin
devam eden bir düzenlilik olduğunu da gözlüyoruz. Gözlemlerimiz bize bu doğal düzenliliğin
şimdiye kadar değişmediğini göstermiştir. Hume, bu kanıtı da mevcut doğal düzenliliğin
varlığına ilişkin kanıt olarak almaktadır. Ona göre, böyle bir kanıt aynı doğal düzenliliğin
gelecekte de devam edeceğine bir kanıt olamaz. Bu yaklaşım Hume kuşkuculuğunun önemli
bir iddiasını içerir ve sonuç bölümünde savunmaya çalışacağım gibi mucize karşı geliştirdiği
felsefi argümanın özünde tarihsel bir kanıt olduğunu gösterir.
Yukarıdaki açıklamalarımızdan anlaşılacağı üzere, Gazali ve Hume’un nedensellik
kuramları nesnelerin düzenli ard arda gelişlerine ve onların duyumlanabilir niteliklerine
dayanır. Bu noktada, her iki felsefeci gözlemin kuramsal boyutunu görmemekle eleştirilebilir.
En yalın gözlemin bile kuram-yüklü olduğu, kuramdan arındırılmış bir gözlemin olamayacağı
görüşü modern bilim felsefesinde yaygın olarak kabul gören görüşlerden biridir.24 Günümüz
bilim felsefesi anlayışında, herhangi bir olayı bir kurama başvurmadan açıklayamayız.
Bilimsel kuramlar gözlemlere dayanır ve onlarla desteklenir. Ancak, kuram olmadan da
gözlem açıklanamaz. Bu nedenle, bir doğa yasasının bulunması için gözlem gerekli ama
yeterli değildir. Bir başka deyişle, bilgiyi elde etme sürecinde duyumlanabilir niteliklerden ve
izlenimlerden başka unsurlar da yer alır. Bu anlamda, Gazali ve Hume’un kuramları gözlemi ve dolayısıyla doğa yasasının bilgisini duyumlanabilir niteliklere indirgemekle modern bilim
felsefesi anlayışıyla örtüşmüyor görünüyor.
Hume, nedensellik konusunda Gazali’yle benzer görüşleri savunmasına karşın
mucizenin olabilirliğine ilişkin kanıtını nedensellik ilkesine nasıl dayandırır? Bu soruyu
yanıtlamak için onun mucize kavramından başlamakta yarar var. Hume, mucizeyi “doğa
yasasının ihlali”, daha geniş anlamıyla, “Tanrı’nın belirli bir iradesi ya da bazı görünmez
etkenlerin müdahalesiyle doğa yasalarından birinin ihlal edilmesi” olarak tanımlar.25 Ona
göre, üzerinde tanıklık edilen olgu, mucize gibi nadiren gözlenmiş bir olguysa bu durumda
“ortaya birbirine zıt iki deneyin mücadelesi çıkar ki, bu deneylerden biri, kendi kuvvetine
göre diğerini yok eder.”26 Bunlar arasında, deneyim birliğine sahip olanlar, yani doğal
düzenlilik, güçlü bir kanıt gösterdikleri için “ortada olgunun doğasından kaynaklanan ve
herhangi bir mucizenin olmasına karşı koyan dolaysız ve tam bir kanıt var demektir.”27
Tanıklığın yegâne yetkesi ve gücü deneyimden gelir ve deneyim doğa yasalarını onamamızı
ve kabul etmemizi sağlar. İnancını kanıta göre ayarlayan insan çatışan iki kanıt arasında
olabilirliği daha yüksek olana inanır ve bu durumda bir kanıt diğer kanıtı çürütmüş olur.
Hume’un bilgi kuramı göz önünde bulundurulduğunda, mucizeyi savunmanın temel
zorluğu mucize gibi her biri tekil olan olayların nedenselliğine ilişkin bilgi elde
edebilmemizin olanaksızlığından kaynaklanmaktadır “Cisimlerin ya da zihinlerin işlemlerinin
tüm özel [tekil] örneklerinde, herhangi bir izlenim yaratan…hiçbir şey yoktur.”28 Böyle
olunca, mucizenin olabilirliği mantıksal olarak olanaklı olmasına karşın, deneyim birliği onun
fiziksel olabilirliğine karşıdır. Hume’un mucizenin olabilirliğine karşı ileri sürdüğü felsefi
görüş kısaca bu kanıta dayanır: “İnsan tanıklığına otorite sağlayan sadece tecrübedir ve
doğanın yasaları hakkında bize garanti veren de tecrübedir. Böylece, bu iki tecrübe birbirine
karşıt olduğunda, birini diğerinden çıkarmaktan ya da taraflardan biri ya da öteki üzerinde,
geride kalandan kaynaklanan güven içerisinden bir kanı edinmekten başka yapacak bir
şeyimiz yoktur.”29 Buna göre, doğal düzenliliğe ilişkin deneyimsel kanıt mucizenin varlığına
ilişkin kanıttan fazla olduğu için bu iki karşıt kanıttan birincisi ikincisini yanlışlar.
Hume, yukarıdaki felsefi argümanın yanı sıra, mucizenin olabilirliğine karşı çıkarken
tarihsel kanıtlar da göstermeye çalışır. Bu kanıtlardan birincisine göre, tarihte yeterli sayıda eğitimli, bilgili ve sağduyu sahibi insan tarafından genel ve açık biçimde iddia edilen bir
mucize yoktur. İkinci olarak, tüm mucize iddiaları, insan doğasında var olan hayret ve
şaşkınlık duyma eğilimlerinden kaynaklanmaktadır. Üçüncü olarak, doğa üstü ve mucize
iddialarının cahil ve uygarlıktan uzak uluslar arasında ortaya çıkmış olması mucizelerin
güvenilir kanıtlara dayanmadığının bir göstergesidir. Son olarak, farklı dinlerce inanılan
mucizeler arasındaki çelişki ve çatışmalar mucizelerin olabilirliğini zayıflatan bir diğer
kanıttır. Eski Roma, Türk30, Siam ve Çin topluluklarının inandıkları dinlerde ortaya çıktığı
farz edilen her mucize “rakip bir sistemi yok ederken, bu sistemin dayandığı mucizelerin
saygınlığını da yok eder ve böylece farklı dinlerin tüm mucizeleri karşıt olgular ve bu
mucizelerin kanıtları da, zayıf ya da güçlü, birbirlerine karşıt olarak değerlendirilirler.”31
Farklı dinlerin mucize iddialarının birbirlerine karşıt oldukları düşüncesi, Hume’un yaşadığı
toplumun kültürel ve dini inançlarını yansıtan bir anlayışa dayanmaktadır. Hume, her dinin
kendini yegane gerçek din olarak nitelemesi noktasında haklı olabilir, ancak bütün dinlerin
mucize iddialarının birbirleriyle çatıştığı ya da çeliştiği iddiasi, en azından İslam dini için,
doğru değildir. İncil ve Kur’an’daki birçok mucize karşıtlık değil benzerlik gösterir.
4. Sonuç
Gazali ve Hume’un kuşkuculuğu aynı epistemik temele dayanmasına karşın, Hume’a
göre deneyim birliğinden gelen kanıtın mucizenin sahip olduğu kanıttan daha güçlü olması
nedeniyle mucizenin olabilirliği fiziksel olarak mümkün değildir. Ancak, bu temellendirme,
birçok yorumcunun da belirttiği gibi, yine de mucizenin mantıksal olarak olabilirliğini
çürütmez.32 Gazali’nin de savunmaya çalıştığı sonuç aslında budur. Bunun yanı sıra, Hume
kuşkuculuğunun ikinci noktası olarak adlandırdığım görüş, (II) Nesneler arasında gözlenen
doğal düzenliliğin ve ilişkinin gelecekte devam edeceğine ilişkin herhangi bir kanıtımız
yoktur, onun mucizenin olabilirliğine karşı savunduğu felsefi argümanı zayıflatan bir görüştür. Eğer geleceğin geçmişi andıracağı ya da ona benzeyeceğine ilişkin inancımız ya da
bilgimiz yeterli kanıta dayanmıyorsa, o zaman, benzer şekilde, şimdinin de geçmişe
benzediğine ilişkin kanıtımız aynı oranda kuşku taşır. Öyleyse, şimdinin doğal düzenliliğinin
geçmişte de aynı olduğuna ilişki kanıtımız ancak tarihsel kanıtlarla gösterilebilir. Buna göre,
doğa yasasının ihlali olarak gördüğümüz mucizenin olabilirliğine ilişkin lehte veya aleyhte
her kanıt ancak tarihsel kanıttır. Eğer çıkarımım doğruysa, bu durumda Hume’un mucizeye
karşı savunduğu argümandan geriye sadece tarihsel kanıtlar kalmaktadır. Bu kanıtları ele
almak ise bu makalenin amacı dışındadır.
Kaynaklar
Adamson, P. ve Taylor, R. C. (2005). İslam Felsefesine Giriş, Türkçesi: M. Cüneyt Kaya,
Küre Yayınları: İstanbul.
Bolay, S. H. (1993). Aristo Metafiziği ile Gazali Metafiziğinin Karşılaştırılması, MEB
Yayınları: İstanbul.
Broad, D. (1966). “Hume’s Theory of the Credibility of Miracles”, Human Understanding,
ed. A. Sesonke ve N. Fleming,
Çubukçu, İ. A. (1996). Gazali ve Şüphecilik, YKY: İstanbul.
Gazali, (2005). Filozofların Tutarsızlığı, Türkçesi: Mahmut Kaya ve Hüseyin Sarıoğlu,
Klasik: İstanbul.
Goodman, L. E. (1978). “Did Al Ghazali Deny Causality?”, Studia Islamica, 47, ss. 83-120.
Hume, D. (19929. A Treatise of Human Nature, ed., L. A. Selby-Bigge, Oxford University
Press: Oxford.
Hume, D. (1998). İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma, Türkçesi: Serkan Öğdüm, İlke
İbni Rüşt, (1986) Tutarsızlığın Tutarsızlığı, Türkçesi: Kemal Işık ve Mehmet Dağ, Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Yayınları: Samsun.
Malebaranche, (1988). Hakikatın Araştırılması, cilt: I, II, III, IV ve VI, Türkçesi: Miraç
Katırcıoğlu, Milli Eğitim Basımevi: Ankara.
Shanab, R. E.A.; (1970): "Ghazali and Aquinas on Causation" The Monist, 58: 140-150.
Shapere, D. (1982). “The Concept of Observation in Science” Philosophy of Science, (49), s.
485-525;
Smith, N. K. (1964). The Philosophy of David Hume, St. Martin’s Press: New York,
Türker, Mübahat (1956). Üç Tehafut Bakımından Felsefe ve Din Münasebeti, A. Ü. D. T. C. F. Yayınları:
Ankara.
Weckert, John (1986). “The Theory-ladenness of Observation”, Studies in Histort and
Philosophy of Science, (17).
Young, R. (1981). “Miracle and Epistemology”, Religious Studies, ss. 115-126.
Yorumlar
Yorum Gönder