Yaşam İçin İnce Ayar Makale 2

 Evrenin hassas ayarı 

Kopernik bilimsel düşüncede yaptığı devrimle tanınır. Dünya'nın evre- nin merkezinde olduğu düşüncesini değiştirerek, Dünya'yı ayrcalıklı konumundan alaşağı etme sürecini başlatmıştır. Bu süreç, teorisyenlerinin sonradan ilave edecekleri, Dünya oldukça sıradan bir evrende, oldukça sıradan bir galaksinin spiral kollarından birinde konuşlanmış sıradan bir güneşin yörüngesi etrafinda dönen oldukça sıradan bir gezegendir şeklindeki yaygın görüşle sonuçlanacaktı. Dünya'yı önemsizleştirip gerçek konumuna yerleştirme çabası bazen Kopernik Prensibi diye de anılı. Ancak son zamanlarda, farklı arastırma dalları ve bulgulan birle- şerek bu prensibin ciddi anlamda sorgulanmasına yol açmıştir. Çünki kozmoloji ve modern fizikten tedrici bir biçimde ortaya çıkan kayda değer bir tablo bize göstermektedir ki, evrenin temel kuvvetleri, evrende hayatın devamhılığını sağlayabilmek için, anlaşılması güç bir biçimde ve dikkatle dengelenmiş ya da hassasça ayarlanmış' durumdadır. 


Son zamanlardaki araştırmalar göstermiştir ki, karbon atomundaki enerji seviyelerinden evrenin genişleme oranına kadar tabiattaki temel sabitlerin neredeyse tamamı, hayatın var olması için tam da gerekli olan değerlere sahiplerdir. Onlardan birinde meydana gelebilecek en küçük değişim bile, evrende hayatın var olmasını ve hayatın varlığını idamesini imkânsız kılacaktır. Tüm sabitler tam olması gerektiği değerdedirler ve birçok bi- lim adamına göre işte bu hassas ayarların varlığı başlı başına izaha muh- taçtır. Tabi ki esyanın tabiatı gereği bizler, hassas ayarlı hesaplamaların temelinde yatan bazı varsayımların geçerliliği konusunda bilim adamla- n arasında her zaman olduğu gibi yaşanan fikir aynlıklarıinın ve bazı görüşlerin zaman içinde değişebileceğinin (ki bilim adamları nihai gerçeği bulduklarını iddia etmezler) bilincinde olarak varlıklarmn sadece mevcut durumundan bahsedebiliriz. Bununla beraber hassas ayarın, tek başına ciddiye alınması gereken, evrenin önemli bir özelliği olduğu kabul edilmiştir. Dilerseniz bu konudaki bazı örneklere bakalm 

Dünyada hayatın var olması için öncelikle bol miktarda karbon tedarikine ihtiyaç vardır. Karbon ya üç helyum çekirdeğinin birleşimin- den oluşturulur ya da helyum ve berilyum çekirdeklerinin birleşimin- den. Seçkin bir matematikçi ve astronom olan Sir Fred Hoyle, bunun olabilmesi için, nükleer temel hal enerji seviyelerinin birbiriyle uyumlu bir şekilde hassasça ayarlanmaları gerektiğini kesfetti. Bu fenomene rezonans' adı verilir. Eğer sapma herhangi bir yönde %1 oranında dahi olsa, evrende hayat devam edemez. Hoyle, daha sonraları, hiçbir şeyin, ateizmini bu buluşun sarstığı kadar sarsamadığını itiraf edecektir. "Fiziğin yanında biyoloji ve kimyayla da uğraşan süper bir akıl" varmış gibi görünen hassas ayarın bu derecesi onu ikna etmeye yeterli oldu ve ona "tabiatta kör kuvvet diye bir şey yok" dedirtti. Ancak ashında bugün biliyoruz ki, yukarda verilen örnek dahi, tabi- attaki diğer parametrelerin hassas ayarlılığıyla kıyaslandığında, onlara nazaran son derece önemsiz kalmaktadır. Mesela teorik fizikçi Paul Davies; eğer güçlü nükleer kuvvetin, elektromagnetik kuvvete oranda, 1016'da 1 kadar bir farkllık olsaydı hiçbir yıldız oluşamazdı der. Ay.lnı şekilde elektromanyetik kuvvet sabitesinin, çekim kuvvet sabitesine oranı da benzer bir hassas denge içinde olmalıdır. Orandaki 1040"ta 1 artış sadece küçük yildızların var olmasını sağlarken, aynı oranda bir azalma da sadece büyük yıldızların var olmasına olanak verecekti, Evrende büyük ve küçük yildızlar birlikte bulunmak zorundadır, çünkü büyük olanlar kendi termonükleer firınlarında element üretirken, sadece küçük olanlar bir gezegende hayatın devam edebilmesi için yeterince uzun süre yanabilirler. Davies'in verdiği misale göre, bu keskin bir nişancının gözlemlenebilir evrende yirmi milyar ışık yılı uzaklıktan bir bozuk parayı vurması için gereken isabet hassasiyeti demektir. Eğer bunu hayal etmek zor geliyorsa astrofizikçi Hugh Ross'un verdiği başka bir misal bize yardımcı olabilir. Bütün Amerika kıtasını bozuk parayla kaplayıp bunu (380.000 km ya da 236.000 mil uzaklıktaki) aya kadar bir sütun şeklinde yükseltin, aynı şeyi eş büyüklükteki milyar tane kıta için daha yapın. Bir bozuk parayi alın ve kırmızıya boyadıktan sonra bu milyarlarca sütundan birinin içine koyun. Sonra da gözü bağlı bir arkadaşınıza onu bulmasını söyleyin. Bulma ihtimali, buradaki ihtimale (yani 1040"ta 1'e) ancak o zaman eşit olacaktır. Bizler insan tasarimı aletlerin tespit edebileceğinden çok daha hassas bir âlemde yaşıyoruz. Gene de kâinat çarşısında hala bizi bekleyen çarpıcı sürprizler var. Eğer Planck süresi içinde (evrenin baslangıcın- dan sadece 10:43 saniye sonra) genişleme ve çökme kuvvetlerinin oranında 1055*te 1 kadar küçük bir farklılaşma olsaydi, ya genişleme çok hizlı olacak ve evrende galaksiler oluşmayacaktı, ya da daha yavaş genişleme yüzünden sonunda çok hızlı bir çöküş vuku bulacakt1. Hassas ayarın yukarıda anlatılan son örneği bile, sıradaki örneğin gölgesinde kalır. Evrenimiz, entropinin (bir düzensizlik ölçüsü) sürekli olarak arttığı bir evrendir. Bu gerçek, Termodinamiğin ikinci Yasasında önemli yere sahiptir. Seçkin matematikçi Sir Roger Penrose şöyle yazar: 


"Faz uzayını düşünmeye çalışın... evrenin tamamında. Bu faz uzayında ki her bir nokta, evrenin ortaya çıkma ihtimalinin olduğu farkl bir yolu temsil etmekte. Bizler (bu faz uzayının bir noktasında duran ve) elinde bir 'iğne' olan Yaratıcı'yı hayal edelim... iğnenin konduğu her farklı pozisyon farklı bir evren üretecektir. Şimdi Yaratıcının hedefi icin gereken hassasiyet, yaratılacak evrenin entropi seviyesine bağlıdır. Yüksek entropi seviyesinde bir evreni üretmek bir hayli 'kolay' olurdu çünkü bu durumda iğneyi isabet ettirmek için yeterince geniş hacimde bir faz uzayı olacaktı. Fakat düşük entropi seviyesinde bir evren başlatabilmek için ki böylece gerçekten ikinci bir termodinamik kanunu olabilsin- Yaraticı, çok daha küçük hacimli bir faz uzayinı hedeflemeliydi. Peki gerçekten bizim içinde yaşadığımız evrene benzer bir evreni netice vermesi için bu bölge ne kadar küçük olmalıydı?" 

Penrose'un yaptığı hesaplar onu kayda değer bir neticeye ulaştırmıştır: "Yaratıcının gayesinin" ne kadar hassas olabileceğini gösteren bu oran (10¹⁰)¹²³ te 1dir, yani 1'in arkasında 10123 tane sıfır vardır ki bu sayının bizim alışık olduğumuz ondalık düzende yazılması bile imkânsızdır, çünkü eğer evrendeki her bir partikülün üzerine birer sıır konabilseydi partiküllerin tamamı bile bu sayıyı yazmaya yetmeyecekti. Bu akıllara durgunluk verecek bir hassaslıktır. 

Bu yüzden, "hassas ayarın" bunun gibi, bir değil birçok çarpıcı örneğiyle karşılaşan Paul Davies'in "tasarım izlenimi yadsınamaz derecede kuvvetli" demesi pek de şaşırtıcı olmasa gerek. Şimdiye kadar, daha çok büyük ölçekli kozmolojik seviyedeki hassas ayarı değerlendirdik. Eğer güneş sistemimizin etrafinda ve dünyamızda gerekli olan özel koşulları da düşünecek olursak, hayatın mümkün olabilmesi için daha başka birçok parametreler dizisinin tam da olmalar gerektiği gibi olduklarını görürüz. Bunlardan bazılarını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Dünya ile Güneş arasındaki mesafe tam da simdi olduğu gibi olmalıdır. Daha yakın olursa su buharlaşacağından ve daha uzak olursa çok soğuk olacağından hayat mümkün olamaz. Sadece %2 oranındaki 



farklılık sonucunda bütün hayat sona erer. Yüzey çekimi ve sıcaklıktaki yüzde 1 ila 2'lik değişiklikler, dünyada hayat için gerekli olan gaz karışımı oranını içeren- atmosferin var olabilmesi için de kritik önem taşır. Gezegenimiz yörüngesinde belli bir hızda gitmelidir: Bu hız daha yavas olursa gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı çok daha büyük olur, daha hızlı olursa rüzgârın hızı bir felakete dönüşür. Listeyi bu şekilde uzatabiliriz. Hayatın mümkün olabilmesi için var olması gereken benzer hassas ayarlı parametreleri listeleyen astrofizikçi (Hugh Ross) kabaca fakat ihtiyatlı olan bir hesaplamayla evrende bizimki gibi bir gezegenin var olma şansının yaklaşık 1030'da 1 olduğunu bulmuştur. (Guillermo Gonzalez ve Jay W. Richards) tarafindan yakın bir zamanda kaleme alınan The Privileged Planet adlı kitap, bu konuya çok ilginç bir perspektiften daha bakmamızı sağladı. Yazarlar, Dünya'nın yerinin, bilimsel faaliyetlerde bulunmak için fevkalade elverişli olduğuna dikkatleri çekti. Onların tezine göre, Dünya, evrenin mümkün olabilecek bütün mekânları içerisinde yaşanabilirliğin sağlanacağı çok küçük bir alanda bulunmakla kalmıyor aynı zamanda, "kozmolojiden ve galaktik astronomiden yıldız astrofiziğine ve jeofiziğine kadar şaşırtıcı derecede müstesna bir ölçüm çeşitliliğini yapmaya da en uygun konumda bulunuyor. Mesela atmosferimiz saydam değil de yanı şeffaf ya da opak olabilirdi; yahut, yıldız ışıklarının fazlalığından dolayı uzayın derinliklerini göremediğimiz bir yerde bulunabilirdik. Bazı örnekler ilk bakışta kolaylıkla anlaşılamayabilir, ama en az diğerleri kadar şaşırtıcıdır. Mesela, Günes ve Ay'ın büyüklüğü ve Dünya'dan uzaklıkları, tam güneş tutulması'nın mümkün olabilmesi için tam da olmaları gereken orandaydı. Tam tutulma sırasında, Ay'ın karanlık diski, Güneş'in parlak diskini tas tamam kapatır ki böylece Günes'in 'atmosferi' olan kromosferin ince çemberi görülebilir ve bilimsel olarak incelenebilir. Bu olay sonucunda Günes'in büyük bir kısmı hakkında bilgi sahibi olmakla kalmıyor aynı zamanda Einstein'ın genel rölativite teorisine göre yerçekiminin ışığın kırılmasına sebep olduğu tahmininin ön teyidini de yapabiliyoruz. Güneşin, Ay'ın vẹ Dünya'nın konumları tam da bugünkü gibi olmasaydı, önemli bilimsel araştırmaları/teyidleri asla yapamayacaktık. Bu yazarların vardığı sonuç şudur: "Küçük vahamız üzerindeki gökyüzüne bakınırken bizler aslında anlamsız bir uçuruma bakmıyoruz; keşfetme kapasitemizle tam uyumlu olan harika bir arenayı seyrediyoruz. Belki de herhangi bir sayı dizisinden çok daha kıymetli eski bir kozmik işarete bakıyoruz; bu öyle bir işaret ki, hayatı netice vermesi ve hayal edebildiğimiz her seyden ölçülemez derecede daha engin, daha kadim ve daha ihtişamlı bir zekâyı gösterdiğinin keşfedilmesi için maharetle hazırlanmış bir evreni nazara veriyor."

Başlangıç yankısı diye adlandırılan kozmik arka plan mikro dalga radyasyonunu keşfedebilmek için Dünya'nmn elverişli uzay platformundan faydalanan (Arno Penzias) gördüğü kadarıyla bu pozisyonu şöyle özetleyecektir: "Astronomi bize eşsiz bir olayı, yani yokluktan yaratılan evreni gösterir. Öyle bir evren ki, hayatın var olması için gereken bütün koşulları tam olarak sağlayan çok hassas bir denge

üzerine kurulmuş ve ardında ('tabiatüstü' denilebilecek) bir planın var olduğu bir evren. Şunu belirtelim, şimdiye kadar kullandığımız argümanların hiçbirisi, 'bilim açıklayamıyor öyleyse Tanrı var" tarzı boşlukların tanrısı argümanları değildir. Biz bilimin açıklayamaması dolayısıyla değil, aksine bilimsel açıklamalar sayesinde, bu hassas ayarlardan haberdar olduk. Unutmayalım bizim peşinde olduğumuz cevap, "Bilim neye isaret ediyor?" sorusunun cevabıdır,.

Yorumlar

Popüler Yayınlar